Zaman, görünmeyen bir heykeltıraş gibidir.
İnsan bedenini yoğurur, yüzümüze çizgiler çizer, saçlarımızı beyazlatır.
Ama aynı zamanda belleğimizi derinleştirir, ruhumuzu inceltir, bakışımıza bilgelik katır.
Yaşlılık, uzak bir ihtimal değil, gençliğin ertesi, çocukluğun yarınıdır.
Her insan, zamanın yolcusu olarak aynı menzile yürür.
Bu yüzden yaşlıları görmek, aslında kendi geleceğimizi görmek demektir.
Herakleitos, “Aynı nehirde iki kez yıkanamazsın” derken, yaşlılık o nehrin akışını en iyi bilenlere aittir.
Yaşlılar, hayatı defalarca yıkanmış, defalarca yeniden doğmuş kişilerdir.
Onların belleğinde hem bireysel hem toplumsal tarih taşınır.
Ama yaşlılık aynı zamanda unutuştur
Hafıza yavaşlar, isimler, tarihler, anılar kaybolur.
Fakat belki de asıl bilgelik, unutmayı kabullenmektir. Çünkü unutmak; yaşamın yükünü hafifletir.
Ne yazık ki, Türkiye’de bugün yaşlılık çoğu kez bilgelikle değil, yoksullukla anılıyor. Emekliler, ömürlerini çalışarak geçirmiş, ülkeye değer katmış insanlar.
Fakat bugün milyonlarca emekli, maaşıyla temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanıyor.
Markete, pazara gittiğinde torbası yarım doluyor. Faturaları ödemek için ilaçtan kısıyor.
Kimi, ev kirasını karşılayamıyor, kimi torununa harçlık verememenin utancını yaşıyor.
Yaşlılığın dinginlik değil, kaygı çağına dönüştüğü bir ülkedeyiz.
Bu tablo, sadece bir kuşağın değil, hepimizin yarınına tutulmuş acı bir ayna.
Sokrates, “Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez” der.
Belki de yaşlanmak, bu sorgunun en berraklaştığı dönemdir.
Fakat bugünün emeklisi için sorgu, hayatın anlamından çok ay sonunu getirmeye sıkışmış durumda.
Yaş almak sadece bedensel bir süreç değil, olgunlaşma ve kendini tamamlama olmalıydı. Oysa bugün yaşlılarımızın büyük bölümü, bir ömür emeğin karşılığını alamadan, hayatta kalma mücadelesi veriyor.
Yaşlılarını onurlu yaşatamayan bir toplum, kendi geleceğini de onurlandıramaz.
Nietzsche’nin dediği gibi.
“Olgun insan, oynamayı yeniden öğrenmiş çocuktur.”
#dünyayaşlılargünü