Eylül geldi, gökyüzünde göç şarkısı başladı,
Yaren leylek, Karacabey’in sazlıklarından ayrılırken, göl kıyısındaki çocukların gözleri gökyüzüne takılı kaldı.
Göç bir vedadır fakat ama zamanda bir geri dönüş vaadidir.
Göçün habercisi sadece Yaren değil.
Turnalar ince bir çizgi gibi ufku boydan boya kat ediyor, kırlangıçlar elektrik telleriyle vedalaşıyor, martılar ağıt yakıyor.
Datça semalarında güneye uçan atmaca ve kızıl kartalları görmek mümkün.
Bu kanatlıların her biri, içgüdülerinin kadim pusulasına uyarak yola koyuluyor. Harita bilmiyorlar ama sonunda hepsi yolu buluyor.
Göç, bir kanatlar senfonisidir.
İnsanın göçmenliğiyle kuşun göçmenliği aynı kaderden doğar.
Bir parça ekmek, bir damla su, sıcak bir ortam ve biraz güvenli yuva.
Yaren Afrika’ya doğru süzülürken ardında sadece gölgelerini değil, dost balıkçının gülüşünü de bıraktı.
Adem Yılmaz teknesinde sessizce oltasını atarken, kalbinden geçen cümle şuydu.
“Git ama dön, ey dost.”
Lakin dönemeyenler de var bu dünyada. İnsanoğlunun göçü, kuşlarınki kadar özgür değil mesela.
Kanatlılar gökyüzünde süzülürken, insanlar tellerle örülü sınırlarda takılıyor.
Yaren’in yolunu açan rüzgar, bir mülteci çocuğun yüzüne kapatılan kapılara dönüşüyor.
Kuş için göç doğanın buyruğu.
İnsan için göç çoğu zaman savaşın, yoksulluğun ve felaketin zorunlu yolculuğu.
Gökyüzünde süzülen turnalar özgürdür ama denizde batan bir şişme botta çırpınan çocukların gözleri, aynı özgürlüğü göremez.
Kırlangıçlar tel üstünde sıralanırken, mülteciler sınır tellerine takılır.
Yaren baharda geri dönecek.
Ama nice göçmen insan, bir daha doğduğu topraklara dönemeyecek.
Onların dönüş vaadi yok, sadece hayatta kalma çabası var.
Bu yüzden kuşların göçüyle insanların göçü arasındaki fark, çağımızın en derin yarasıdır.
Kuşlara gökyüzünü, insanlara yeryüzünü çok gören bir dünyada barış olmaz.
Göç bir suç değil, yaşam hakkıdır.
Yaren’in kanat sesini duyduğumuzda, denizde kaybolan çocukların çığlığını da hatırlamak gerekir.