
Meksika’nın Coyoacan semtinde, mavi duvarlı bir ev vardı: La Casa Azul.
Evin bahçesinde kaktüsler göğe doğru dikilir, gölgelerde sessiz ama dikkatli gözlerle dolaşan tuhaf yaratıklar görünürdü. Bunlar tüysüz, kemiksi gövdeleriyle, göreni ürperten ama bakışlarıyla kalpleri ısıtan köpeklerdi: Xoloitzcuintli.
Frida Kahlo için bu köpekler sadece evcil hayvan değildi. Aztek mitolojisine göre Xolo köpekleri, ölünün ruhunu Mictlan’a, yani öte dünyaya götüren rehberlerdi. Frida’nın bedenini delen çiviler, kazalardan kalan kırık kemikler, bir türlü dinmeyen acılar… Hepsi ona hayatın ölüme ne kadar yakın olduğunu hatırlatıyordu. Bu yüzden köpekleri, sanki her an onu diğer tarafa taşıyacak kutsal yol göstericiler gibiydi.
Bir gece atölyesinde, yarım kalmış otoportresine bakarken yanına sokulan Xolo’lardan birini dizlerine aldı. Köpek, sessizce ona yaslandı. Frida fırçasını kaldırdı ve resme kendi acı dolu gözlerinin yanına bu köpeği de ekledi. O tabloyu görenler, köpeğin sanki tuvalden çıkıp insanın ruhuna baktığını söylediler.
“Benim acılarımı kimse anlamıyor,” derdi Frida, “ama onlar, kelimesiz anlıyorlar.”
Çünkü Xolo’lar sadece köpek değil, binlerce yılın mitolojik belleğini taşıyan canlılardı. Frida’nın evinde, hem hayatın hem ölümün nöbetini tutuyorlardı.
Ve belki de Kahlo’nun ölümsüzlüğü, tablolarındaki renkler kadar, yanında resmettiği bu tüysüz köpeklerin bakışlarında gizlidir.
Çünkü onlar sadece ressamın değil, insanlığın da sessiz rehberleri oldular.
#4ekim
#dünyahayvanhaklarıgünü