
130 yıldan fazla bir süre boyunca, Edinburgh’daki bir müze deposunun karanlık raflarında sessizce bekledi.
Ne tanrıların heykelleri gibi süslüydü, ne de kralların adlarını taşıyordu.
Sade soğuk bir mermer bloktu.
Üzerindeki Antik Yunanca harfler solmuş, çizgiler neredeyse kaybolmuştu.
Ta ki biri, o harflerin arasından sıcak bir yankı duyana kadar.
Yankının sesi Ege’nin tuzlu rüzgarından geliyordu.
"Antigonos, Theoxenos, Simeias, Euktemon, Hermonides, Maximos, Sosippos, Zopyros, Philoxenos, Kallistratos…”
Birbiri ardına sıralanan bu isimler, bir zamanlar aynı yolu yürümüş gençlerin sesiydi.
Ephebia denilen bir okulda, yani Atina’nın yurttaşlık ocağında yetişmişlerdi.
Ephebia, sadece askeri disiplin değil, erdemli insan olma sanatıydı.
Bu eğitimi alan gençler kent yönetimlerinde söz sahibi olurdu. Bir kentin özgürlüğü, o gençlerin yüreğinde şekillenirdi.
Bu stel, MÖ 1. yüzyılın sonu ile MS 1. yüzyıl ortası arasına tarihleniyor.
Yani Roma İmparatoru Claudius dönemine.
Ege artık Roma’nın egemenliğindeydi ama hala bir fikir olarak yaşıyordu.
Bilgelik, ölçü, cesaret ve dostluk fikri.
Yazıtta “synepheboi”, yani birlikte eğitim gören gençler ifadesi yer alıyor.
Bu kelime, aradan geçen iki bin yıla rağmen hala insanın içini ısıtıyor.
Taş, bir mezar değil, bir yoldaşlık belgesi.
Her satır, bir dostluğun kazınmış hatırası.
Birbirlerine “co-ephebes and friends” yani yoldaşlar ve dostlar demişler.
Bugün kulağa sanki bir şiir dizesi gibi geliyor.
Kiminin adı Antigonos, kiminin Kallinikos ama hepsi aynı çağrının yankısı.
“Birlikte öğrendik, birlikte direndik, birlikte vardık.”
Düşünebiliyor musunuz?
2000 yıl önce kentleri yönetecek isimler bir Ege Akademisi'nde askeri, ahlaki ve entelektüel eğitimle yetiştiriliyor, tarihten felsefeye, müzikten edebiyata çok alanda donanımlı oluyorlardı.
Sadece Atina değil, Ege’deki birçok yerde, örneğin Efes, Priene, Milet, Knidos gibi kentlerde gençler bu eğitime gönderilirdi.
Aradan 2000 yıl geçti.
Benzer biçimde, Cumhuriyetin Köy Enstitüleri de gençleri sadece okuma-yazmaya değil, toplumun omurgası olmaya hazırlıyordu.
Bir elinde kitap, diğerinde çapa vardı.
Sabah derste köy sosyolojisi, akşam tarlada üretim. Sabah aritmetik, akşam halk türküleri...
Ama hedef aynıydı; Bağımsız düşünen, dayanışma ruhuna sahip yurttaşlar yetiştirmek.
Tek farkları vardı. Ephebia sadece soylulara açıktı, Köy Enstitüleri'nde sınıf ayrımı yoktu.
Bugün hepsi tarih oldu.
Belki de bugün kentlerimizin hali bundandır.
Yolları genişlettik ama ufkumuzu daralttık.
Sadece meydanlara değil, vicdana da beton döktük.
Artık ne Ephebia var, ne Köy Enstitüsü. Ne birlikte öğrenmenin, ne birlikte yaşamanın disiplini.
Oysa bir kent, duvarlarının yüksekliğiyle değil, o
kenti yöneten kişilerin ve içindeki insanların bilgeliği ve birlik bilinciyle ayakta kalır.
Bunlar yoksa, böyle kimliksiz kentlerde yaşamak kaderimiz olur.