
Yıl 1999’du. Ağustos güneşi Datça’nın taşlarını kavururken, Knidos’un rüzgarı hala binlerce yıllık sırlarla esiyordu.
Antik kentin taş duvarları, zamanın ötesinden gelen bir sessizliği saklıyordu. İşte o gün, bu sessizlik iki kamyonun gürültüsüyle bozuldu.
Kamyonların arkasında, tüfekleri omuzlarında bir manga jandarma...
Ve bir kadın görevli.
Askerler, kazı alanının küçük deposuna yöneldi. Kapı açıldı. Birer birer çıkarıldı taşın kalbinden koparılmış, binlerce yılın şahitleri olan heykeller, amphoralar, yazıtlar.
Birer kütük gibi kaldırılıp kamyon kasasına yığıldı.
Bu sırada antik kentin kıyısında görevli olan tuvalet bekçisi, hemen Yazıköy muhtarına haber uçurdu. Sözleri köyün içinde bir kıvılcım gibi yayıldı. Kadın, erkek, genç, yaşlı, kimin traktörü varsa üstüne atladı. Tozlu yollardan Knidos’a akın ettiler.
Antik taşların gölgesinde bir kavga başladı. Köylüler, askerlerin önüne dikildi.
“Knidos’u biz koruruz! Bu toprakların bekçisiyiz biz! Bu eserler buradan gidemez.”
Çığlıkları, dipçik sesleriyle karıştı. Yere düşenler oldu, gözaltına alınanlar… Ama köylülerin elleri kamyonlara uzandı, yüklenen eserleri birer birer tekrar indirdiler.
Araya kaymakam girdi. Resmi bir soğukkanlılıkla konuştu.
“Knidos’u korumak bizim için zor. Bu eserleri müzeye götürmek bizim talebimiz.”
Köylülerin yüzleri ateşle yanıyordu. “Müze istiyorsanız, buraya yapın!” diye haykırdılar.
“Biz sizden iyi koruruz. Bu toprak bizim canımızdır.”
Ama karar çoktan verilmişti. Devletin demir elleri, köylülerin nasırlı ellerini ezdi. Kamyonlar homurdanarak yola çıktı, Knidos’un hazinelerini Marmaris’e doğru taşıdı.
O gün Balıkaşıran gazetesi “Knidos’ta Neler Oluyor?” mansetiyle tüm detayları okuruna anlattı ve sordu?
"Datça'da Neden Müze Yok?"
Aradan yirmi altı yıl geçti. Yirmi altı yıl önce müze isteyen Datçalılar hala aynı şeyi söylüyor.
“Knidos’un eserleri Knidos’ta kalmalı.”
Ama değişmeyen tek şey var.
Duyan yoktu, gören yok.
Knidos'ta, her kazma darbesinde tarih uyanıyor ama bu kenti yönetenler hala derin uykularda...