
Her yıl ağustos ayında, Denizli’nin Çal ilçesine bağlı Aşağıseyit köyünde bir ses yükselirdi.
Davulun güm güm vuruşları, zurnanın ince inlemeleri...
Boyalı koyunlar, narin adımlarla kıvrıla kıvrıla ilerlerdi.
Ve bütün köy, hatta çevre illerden gelen binlerce kişi, Büyük Menderes’in kıyısına toplanırdı.
Çünkü sıra, “Sudan Koyun Geçirme Yarışması”na gelmişti.
Ama bu, sadece bir yarışma değil, bir efsanenin, bir aşkın, bir halkın kültürel hafızasının yeniden kurulmasıydı.
Rivayet odur ki, Karakoyunlu aşiretinden genç bir çoban, Oğuz beyinin kızına aşık olur.
Ama bey, kızı bir çobana vermek istemez.
Bunun üzerine genç, zekâsına güvenir.
Koyunlarını önce günlerce tuzla besler.
Sonra onları Menderes Nehri'nin karşı kıyısına geçirmek ister.
Çünkü koyunlar tuzlu yemden sonra suya susamıştır.
Eğer sürü, çobanın ardından suya girer ve karşıya geçerse bu onun maharetinin kanıtıdır.
Koyunlar genç çobanın ardından suya atlar.
Nehrin serin sularını yara yara karşıya geçerler.
Köylü şaşkın, bey mahcup ama nafile.
Bey yine razı olmaz, aşk yarım kalır.
Ve her yıl bu aşkın hatırasına koyunlar yeniden geçer Menderes’i.
Çobanlar kıyıya iner, en uslu koyunlarını "el koyun" olarak seçer, başa salar.
Geçerse sürü de geçer.
Geçemezse, sürü bekler.
İşte öyle bir gelenekti bu…
Yörük göçlerinin, hayvancılıkla yoğrulmuş bir hayatın, doğayla kurulan sevginin ifadesi.
UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Mirası listesine bile girdi.
Adı “Çoban Olimpiyatı” oldu, adı “Koyun Olimpiyatı” oldu.
Ama aslı hep aynı kaldı. Aşk ve ustalık.
Denizli'deki meslektaşım, iş arkadaşım TC Kadriye Sözeri söyledi. Bugün o nehrin yatağında su yok.
Büyük Menderes artık eskisi gibi akmıyor.
Kurudu.
Susuz kaldı.
Çobanlar hala koyunlarını süslüyor, davullar hala çalıyor…
ama koyunlar artık sudan değil, tozdan geçiyor.
Kuraklık, iklim değişikliği, bilinçsiz tarım, su politikaları, barajlar ve kuruyan dereler…
Hepsi birden bastı bu geleneğin üstüne.
Menderes’in hatırası gibi, aşk gibi, eskiye dair ne varsa, buharlaştı.
Gelenek devam ediyor ama ruhu eksiliyor.
Çobanlar, artık koyunları su yerine boş yatakta yürütüyor.
Suyun sesi yok, dalgalar yok.
Ve belki bir gün, halkın hafızası da susacak.
Bir zamanlar bir çoban vardı.
Koyunları suya atlayan.
Bir aşk vardı.
Bir nehir vardı.
Ve bir halk, o aşkı ve nehri yaşatmak için her yaz toplanırdı.
İki gün önce Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde iklim kanunu AKP ve MHP oylarıyla kabul edildi.
Kaybeden insan ve doğa oldu.
Yitip giden bizim hikayemiz, farkında mısınız?